17 Nisan 2013 Çarşamba

Sende Yaz Yaz Yaz



Yazmak bir dürtü gibi, ama değil gibi. Aslında nedeni var ama herhangi bir şey neden olabilir. Bir anda Starwars'ın tiradı gibi yazılar geçiveriyor aklınızın ucundan. Ama akıyor, gidici yani. Tutmak istiyorsun,  belki su kadar hızlı değil ama kum taneleri gibi akıp gidiyor parmaklarının arasından. Pişman oluyorsun sonra giden sözlerine. Biraz tüh, biraz üff. Üff çünkü yazı verseydin bir yere gitmeyecekti! Kalkmak zor geldi, elinde kalem yoktu, başka bir iş vardı. Mahsuscuktan kendini kandırmaya bahane çok! Ama salak değilsin ki yutar mısın hiç? Başkası söylese inanmayacağın yalanları kendin söyleyince inanmak edep mi? Yok değil. İnanamazsın işte kendine. Başka bir sebep vardır içeride. Beğenilmeme korkusu? Yetersizlik korkusu? Biraz yazmaya hazır olmamak. Ama bi gün tuvalete giderken bile yanında olan iPodun not kısmını açarsın ve yazmaya başlarsın, ondan sonra dökülür dünyan, toplanmış bir sofra bezini açınca dökülen ekmek kırıntıları gibi. Biraz istemli, biraz ani. Silkelenecek elbet bir yerde. Sadece yerini belirlemek sana kalmış. Bir çöp kutusunun içine mi silkeleyeceksin yok olsun diye, yoksa bahçenin bir köşesine mi, kuşlar gelip yesin diye. Salonun ortasına mı silkeceksin birini kızdırmak için yoksa yoksa minik bir ırmağa mı balıklarda da tadına baksın diye.

Gerçekten ekmek kırıkları benziyor yazılanlara. Hayatımızın sofrasında yaşayıp duruyoruz bir sürü şeyi, hepsi birer yemek. Bazısı leziz, bazısı soğumuş, bazısı rezil. Hepsi bir şey ekliyor bize. Sofradan kalkınca o öğün, her yediğimizden bir iz kalıyor sofra bezinde. Birer kırıntı, birer -dili geçmiş zaman hikayesi. Kalanı ne yapacağımız bize kalmış. Paylaşacak mıyız saklayacak mıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder