22 Ocak 2015 Perşembe

Biz Tatil Böcekleri, Selimiye, Leziz Yemekler ve Ruh Dinlenmesi

Hani unutulmayan tatiller vardır ya, bu yaz onlardan birini yaşadım.

Unutamayacağım bir sahil kasabasında, unutamayacağım bir mekanda, değerli ev sahipleriyle, çok güzel ve huzurlu bir tatil geçirdim.


Yol manzaraları
Kasabanın adı; Selimiye. çok yıllar önce kardeşim teyzemlerle gitmişti. Anlata anlata bitirememesinden bıkmıştım, ama sözlerinin hiç birinin abartı olmadığına kendim görmeden inanmadım.


Sevdiceğimin de arkadaşlarının şiddetle tavsiye ettiği bu yere gitme kararı kafamızda şekillendikten sonra, beni "nerede kalsak" telaşı tuttu. Çünkü paşam öyle her yeri beğenmez, beğenmezse de kanaat etmez, gece gündüz, sabah öğle akşam surat asar, somurtur, her şeye kulp bulmaya başlar ve sonunda ben cinnet geçirerek , kendisini katli vacip ilan eder, sarı binayı boylarım.

Selimiyede ilk gitmeyi planladığımız yer “Beyaz Güvercin Otel” oldu. Fotoğraflardan manzarası mükemmel görünüyor. Oradaki ilk otellerden biri sanırım. Sahili de güzelmiş.Ama bana otoparka bakan bir odada yer var dediler. Hem de gayet yüksek bir fiyata. Bir de üzerine tripadvisor gibi sitelerde ilgisizlik, kötü hizmet gibi yorumlar görünce oradan vazgeçtik. Zaten her şeyi beğenmeyen ikiliyiz bir de bile bile lades olmayalım dedim .

İnternetten biraz araştırma yaptım. resimleri güzel görünen ve çok güzel yorumlar alan bir yer buldum “kekik evi” . Adı da güzel. İnternette on üzerinde dokuz buçuk almış görünmesine rağmen bazı yorumlar aklımda soru işareti bıraktı. Otelin sahiplerinin çok iyi ve sıcak insanlar olduğu yazıyordu. Sevdiceğim gayet yabani olduğu için adamları sevmezse ya da adamlar bir anda samimiyet gösteren yerel halk abisi-ablası formatında çıkarsa diye endişelendim. Haşmetmaaplarının sıkılacağı , deniz kıyısına uzak olması nedeniyle mızmızlanabileceği veya odayı beğenmeyebileceği gibi ihtimaller de vardı. İkinci gün gerekirse kaçabilelim diye bir günlük rezervasyon yaptım. Ona da dedim. "beğenmezsen başka yer buluruz, sakın surat asma"
Yol
Yolu bile güzel

Velhasılakelam, yola çıktık. Daha yolda enerjim yükselmeye başladı. Ormanların içinden geçiyoruz, sahilleri izliyoruz.Tamam bi yere kadar otoban ama sonra sahile yaklaştıkça her şey çok güzel. Hele hele marmarisi geçip, selimiyeye doğru uzandığınızda öyle güzel, öylesine ruhu olan bir ormandan geçiyorsunuz ki, tüm fenalıkları, kötüleri üzerinizden ağaçlardan oluşmuş bir ağ topluyor sanki. Saf halinizle yolun sonuna yaklaşıyorsunuz.

Yolda pek çok minik koy gözümüze kestirdik. 3-4 kişilik yerler. yamaçtan inip, yolun kıvrımı gibi bir yerde tek başınıza denize girebilirsiniz. hedefimiz bunara gelmekti ancak sonradan açıklayacağım sebepler nedeniyle gerek kalmadı.

Selimiyeye geldikten sonra, bize verilen tarife uyarak yoldan doğru devam ettik. Gidiyoruz gidiyoruz otel yok, çık çık çık bitmiyor. Bir sürü otel-motel geçtik, bizimki hala yok. Sonra son anda sağda bir tabela gördüm ama otel görünmüyor. “Duuuur!” diye anons ettim hemen, ama biraz geç kaldım geri vitese takıp geri geldik ve girişten girdik.

Karşımızda eve benzeyen bi yer “ anaa pek de ufak” dedim içimden. İçinden bi adam çıktı. 50-55 yaşında, hafiften kel, sandaletli, şortlu, etnik krem rengi bir gömlek giymiş. Bize aşağı doğru işaret ediyor. O ne yaa? Kafayı çevirip aşağı baktık, yandan bir , hatta iki yol ayrılıyor, biri ufak bir yere diğeri odaların oluğu iki katlı bir bina ve havuza. Hııııı, yukardaki yer değilmiş otel. Evmiş o, ev! Sahiplerinin evi. İndik beton yoldan aşağı, beton oldu Arnavut kaldırım. Park ettik binanın arkasına.

O sırada yine aynı yaşlarda, gri kısa kıvırcık saçlı gözlüklü bir bayan da yanımıza doğru gelmeye başladı diğer adamla. Merhabalaştık. Size odaları göstereyim dedi. Merdivene doğru yürüdük. Yerler doğal, delikli taş. Traverten taşına benziyor ama tabi uzmanı değilim tam bilemem.

Kekik Otel Havuz
Veee BAM! Böyle bir manzara yok! Cennet! Havuz var, ucu görünmüyor! Sonsuzluk havuzu! Sonra odaya girdik.


Veeee BAM! BAM! Oda havuzun önünde. Oda ile havuzun arası 10 adım!

Kekik Otel Odalar
Veeeee BAM! BAM! BAM! Oda o kadar sade ve güzel döşenmiş ki tutuldum. Doğal ahşap yatak komodin ve dolap, bej renkte bir koltuk, bej renk yerler, beyaz duvarlar. Biraz kitap, bir iki eski dekor. En sevdiğim eski görünümlü değişik şekilleri olan fayanslar ve bayıldığım walk-in (yürü-gir, küvet yok) duş. Lavaboda Doğaya zarar vermeyen bulaşık deterjanı, ozonlu zeytinyağlı sabun şampuan vs, hatta çöp torbaları bile çözünebilir özel torbalardan!


Sevdiceğimin gözünün içine bakıyorum beğensin diye çünkü ben bayıldım. “e gidip eşyaları alalım” dedi. “Hayatım biliyorsun belim ağrıyor sen benim şu valizi de kapıver” dedim, aldım iki küçücük çantayı indim aşağıya. 

Bu sırada gri saçlı bayan yani Misket Hanım bana havuzdan bahsetti. “Eşim Avustralya'dayken oradaki havuzu tuzlu havuzmuş, burda da öyle yaptık. Klorlu değil tuzla arındırılıyor. “ 

vay vay vay ! Tuzlu havuz. E iyimiş!  Denemek lazım.

İlk hedefimiz mayoları giymektir! İleriii! E girdim odaya kocaman yere kadar camlı kapı ve pencereler. Çektim perdeleri ucun ucun kapatıyor. Bir de oda tam havuza bakıyor. Yani millet havuz başından içeriyi görebilir. Biraz tedirgin olmadım mı? Oldum. Ama ayarlıyor insan kendini sonuçta. Havuz başında oda istiyorsan böyle kardeş!

Giyindim, çıktım. Sevdiceğim de giyinmiş. Eeee napıcaz? “yaaa ben çok yoruldum aşkıığğğğğğm. Bi yere gitmesek de bu gün havuza mı girseeeek?” E benim adam da tembel zaten. Aldık havluları cuup havuza. Ay ne güzelmiş tuzlu havuz! Bayıldım.
Havuz başında manzaralı kitap keyfi

Burada biraz durup tuz jenaratörlü havuz olayına detay vereyim. Bildiğiniz tuz ama tabi havuza avuç avuç tuz tarak olmuyor. Bir tuz jeneratörü var. Bu jeneratör tuzun içindeki kloru açığa çıkarıp etken dezenfektan HOCL üretiyor. Klor ve yosun önleyici kimyasalları kullanmıyorsunuz ve havuzunuz böyle dezenfekte oluyor. Bir de PH ayarlayıcı aldınız mı tamam.

Klor saça başa tene göze çok zararlı biliyorsunuz. Bu yöntem daha doğal daha keyifli. Ben bu suyu gayet sevdim.


Akşam saati ilerledi, yolculukta da aç kalmadık ama yorgunluk, yüzme olayıyla birleşince mideler kazınmaya başladı. Her ihtimale karşı yanımıza konserve bişeyler aldık ama güzel bir yemek yiyelim istedik.

O sırada yanımıza gelen Misket hanıma akşam yemek olup olmadığını sorduk. Her gün belirlenen bir menü çıkardıklarını söyledi. O gece mangalda çupra ve salata varmış (deniz çuprası öyle havuz mavuz değil haaa). İster misiniz dedi. “Allah!” dedik.

Yemekte Selimiye Manzarası
Gittik yıkandık giyindik çıktık yukarı, dünyanın en güzel manzarasında bir alan. Ev ile otelin arasında kalıyor.Mangal köşede yanıyor. Üzerinde cız cız balıklar. Bir de güzel beyaz şarap açtırdık. Ohh! Yediğim en lezzetli balıklardan biriydi. Bir de böyle bir manzarada olunca o şarap su gibi gitti. (restoran manzarası solda)

Bir başka gece de bize meşhur pizzası

nı yapmasını istedik. o kadar iştahla yemişim ki sevgilim ne kadar obursun, ne kadar iştahla yiyorsun! diye kavga çıkardı.

Bir gece de kasabanın içindeki çok meşhur bir balıkçıya gittik. Adını vermeyeceğim çünkü hiç beğenmedim, kötü reklam yapmak karma anlayışıma ters. Sırf millet anlata anlata bitiremiyor diye gittik, hayal kırıklığına uğradık. 

Vıcık yağlı deniz börülcesi, vasat bir yarım levrek, bir salata, bir kadeh rakı ve bir suya çok yüksek bir rakam ödedik. Allahtan midem kötüydü, ben sadece salata yedim.. Otelde yediğimiz iki balık, salata ve bir şişe şarap daha ucuza gelmişti ve çok daha lezzetliydi. Kekik otele giderseniz akşam yemeklerinizi orada yiyin. Aşağıya kıyasla hem normal fiyatları var hem elleri çok lezzetli.

Tek tek her günümüzü anlatmayacağım ama sonuç olarak oteli o kadar sevdik ki , beğenirsek 2 beğenmezsek 1 gece kalacağımız yede tatili uzatıp 4 gün kaldık.

Cennet Koyu
Bu arada cennet koyu adı verilen, karadan ulaşımın denizdeki kayalar üzerinden ve ormandaki patikadan olduğu, genelde sadece tekene turlarının geldiği bir koy bulduk. Tekneler belirli bir saatte arka arkaya geliyormuş, biz sonuna denk geldik, 2-3 tekne geldi, sonra koy bize kaldı. Zemin çok sert, ve ormanlık. Ama sadece bize ait cam gibi dibi kum bir deniz keyfimizi yerine getirdi. 3 gün meditasyon yapsam ancak bu kadar olur.

Bir gün de Phoenix diye bir koya gidelim dedik. Ev sahibimiz tarif etti, çıktık yola. Önce Taşköy diye bir yere ulaşmak gerekiyor sonra orayı geçiyorsun bi yere çıkıp iniyorsun. İlk garip olan Taşköydü. Toprak parsellere ayrılmış, parsellerin arasına taştan duvarlar örülmüş, ama tarlalar boş ve tarlalarda taş var. Öyle bir görüntü ki sanki tarlada taş yetiştiriyorlar! Meğer adamlar ne kadar temizlese de toprağı, rüzgar esinde toprak uçuyor alttan yeni taşlar çıkıyormuş. Neden ayırmışlar parsellerini öyle bilemiyorum.  

Sonra tabelalara bakıp girişe geldik. 

Ana! Taş-toprak bir yok ve çok dik! Garip garip virajlar. Tabi Bülent abinin jipi var, bizimki süt çocuğu, şehir arabası! Nasıl çıkacak??

Neyse güç bela çıktık ama sonunda yerdeki bir kayaya arabanın altınız vurduk.
Koy fena değildi.  Sakindi kimse yoktu, taşlık bir kumsalı (çok şaşırdınız dimi taş olduğuna :P) bir de iskelesi vardı. Yalnız su, boyu geçtikten sonra öyle derinleşiyor ki dibi görünmüyor. Korkunç. Volkanın kıyısındaymışız gibiydi. Ya da sanki her an Javs çıkacak!

Bir de aşağıda binlerce hatta minyonlarca küçük balık dolanıyor. Kocaman bir sürü. Sevdiceğim onların saldıracağı gibi çarpık bir fanteziyle beni iyice tırstırdı.  Aaaa, ama biliyor musunuz sürüde değil de, tek başına merdivene tünemiş bir kırlangıç balığı yavrusu gördüm - ya da ona benzer bişey. Yüzmüyordu suyun altındaki basamağa tünemişti.
Biz yalnızlığı sevdiğimiz için beğendik ama mevsiminde kalabalıkmış. Çok da favorim olmaz muhtemelen.

Selimiyenin içindeki koya gitmedik. Otallerin kanalizasyonlarıyla kirleniyor oralar dediler. Ama esas güzel deniz oradaymış. Tüm arkadaşlarım özellikle beyaz güvercinin sahilini anlatıp duruyor. Seneye bi deneyeceğim ne olursa olsun.

Marmaristen selimiyeye iki ayrı yol var. Dönüş yolunda ikinci yoldan gidelim dedik ama önce, gelirken tabelasını gördüğümüz Turgut şelalesine doğru yola koyulduk.
Gerçekten bir doğa harikası. Bir başka enerji noktası daha, ve çevresi o kadar güzel düzenlenmiş ve o kadar korunmuş ki, “yok! Türkiyede olamam” diyorsunuz.

Turgut Şelalesi
Bir dere ve üzerindeki 5 ufak şelaleden oluşuyor. Buz gibi ve şırıl şırıl akan su…

Derenin yanında yol düzenlenmiş doğal malzemelerle, yanında trabzanlar var, ama dağ tarafına da ufak, bir karışlık,  bir oyuk açılmış, oradan da su akıyor. Çevrede sığla ağaçları, su sesi, havanın kokusu, ısısı… Kendini doğada hissetmek değil de, gerçekten bütünün parçası gibi oraya ait hissediyorsunuz. Hani yanınızdan kelebek değil de altın kanatlı bir peri geçse hiç kanıksamayacaksınız, gayet doğal gelecek.

Yüzülecek kadar çok yeri yok ama boyu aşan 2-3 metre eninde havuzu var. Oraya girebiliyorsunuz. Uzun süredir girdiğim en soğuk suydu. 5. Dakikada dişlerim takırdamaya başladı! Ama dinç ve zinde hissettirdi kendimi. Kesinlikle deneyimlenmesi gerektiğine inanıyorum.

Bir de değirmen cafe var. Eski bir su değirmeni. İçine girebiliyorsunuz . Bir kanal açılmış iki tarafını kafesle kapatmışlar. İçine bir sürü alabalık bırakmışlar. Suyun akışına akışına gitmeye çalışıyorlar. Cumbul, Cumbullar.


Neyse, şelalede de molamızı verip yola koyulduk.  
Yola bir köyde durduk, adı : Bayır. Bu köyün de işi gücü bal sanırım! O kadar ağacın, doğanın ortasında bir köy olursa öyle olur tabi. Ama ne ballar! Çam balı zaten ana tema ama, yanında, kestane balı, iğde balı, portakal balı ve inanmayacaksınız kekik balı var! Hiç yemediğim ballar. Sevdiceğim çınarın altındaki kafede patlıcanlı gözleme yerken, -ki kendisi mini bir öküz olduğu için bana bir lokma bile bırakmamış, tadamadım- ben de balları denedim. Herkese hediye olarak kilo kilo bal aldım.  Babama ise hepsinden aldım. Bazıları büyük kavanoz bazıları minicik, ama hepsini tatmış oldu.  

Evet, babacıyım ben.

Köy meydanında kocaman bir çınar var. 1500-2500 arası çeşitli yaş tahminleri var. Her yönden resmini çekmiştim ama resimleri kaybetmenin elemini, kederini yaşıyorum.

Bir sonraki durağımız benim çok sevdiğim Akyaka oldu. Sevdiceğimi pek sarmadı çok gezmedik. Azmak yanında bira patates istedik (evet trafik canavarıyız. Biliyorum bana yakışmıyor ama sadece 1 tane, yani limiti aşmaz.)

Aslında yabani cins gibi görünmeyen, pek çoğunu sanırım halkın bıraktığı ama doğada yaşıyan vahşi kaz ve ördekleri izleyerek yedik içtik. Aslında ben tekne turu istiyordum ama ruh öküzümün gözlerindeki bakış vaz geçirdi. 

Bu arada bu yazıda da arkadaşa baya geçirdim, intikamı acı olacak gibi bi his var içimde.

Arabaya doğru yürürken çok güzel bir hediyelik mağazası bulduk. Genellikle çiniler ve otantik şeyler var, cam ve gümüş de var. Turistik bir yer olduğu için haliyle pahalı, ama çok beğendiğim 1-2 şeyi aldım. Gerçi ordan 18 liraya aldığım el boyaması nihaleyi bu kışın şirincede 5 liraya görünce hüzünlenmedim de değil.

Artık saat iyice geç olmaya başlamıştı. Şelalenin soğuk suyuna girmenin ve o kadar yürümenin, gezmenini tozmanın sonucunda bir an önce eve gitme isteği doğdu içimize. 

Yolda çöpşiş veya tandır kebap görüp yemek için yalvardımsa da, otobanın ortasındaki restorana liyakatla bağlı sevgilim beni aç bırakarak oraya kadar durmadan sürdü. Neyse, çöp şişimi orda yedim en azından . 

Çok uzun bir yazı oldu, ancak her dakikasını dolu dolu yaşadığımız bir tatildi.  Detaya girmeden bile 5 günü ancak bu kadar kısa özetleyebildim. yazının burasına kadar gelebildinizse sizi de tebrik ediyorum. On numero , beş yıldız.



Yaz gelsin artık!!!!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder